top of page

Mutlu Olmak Üzerine

  • Yazarın fotoğrafı: Hande
    Hande
  • 24 Ara 2024
  • 3 dakikada okunur

Güncelleme tarihi: 1 Oca

İnsan iyi hissetmek ister. Yaşamında çeşitli zorluklarla karşılaştığında hep o iyi hissetme haline geri dönmek ister. Kendi kendine nasıl mutlu olurum diye sorar. Çoğunlukla cevabı kendi dışında arar, kendine dışsal hedefler bulur. Bu hedefler mutlu olmak için gerçekleşmesi gereken koşullar haline gelir. Her bir koşul birbirini izler. Bir terfi beklentisi, tatile çıkmak, lüks bir otelde konaklamak, evlenmek, evlenirse çocuk sahibi olmak, çocuğunu özel bir okula göndermek, daha iyi bir otomobil, daha büyük bir ev… Hepsi birbirini kovalar, mutluluk kısa bir süre kendini gösterir ama hep aynı yerde kalmaz. Farklı hedeflerle hep aynı şeyin peşinde koşar durur insan.

Neden tam buldum dediğimiz anda yok olur mutluluk? Doğası mı böyledir yoksa bulduğumuzu sandığımız şey aslında mutluluk değil de şeylerin verdiği haz mıdır? Mutluluğu ararken hazların esiri olmak doğal bir süreç haline gelebilir. Hazların getirdiği tatmin duygusu bir süre ‘çok mutluyum’ dedirtir ancak bu anlar geçince insan elde ettiği şeye karşı kayıtsızlaşır. Zihin ve beden bir süre sonra başlangıçtaki durumuna geri döner. Mutlu olmak için bir sonraki hedef arayışına geçilir. Yolda geçirilen zaman çoğunlukla gözden kaçırılır, çünkü odak noktası hedefe varıldığında alınan hazdır. Hazzı, kayıtsızlık ve mutsuzluk izler.

Modern insanın anlamlı bir dış etken olmaksızın her gün yaşadığı o memnuniyetsizlik halidir sözünü ettiğim. Dışarıdaki şeylerin hazzı ile mutluluğu yakalayacağını umut eder böyle zamanlarda. Oysa mutluluk, hedefe vardığında elde ettiğin tatmin duygusundan farklı olarak bütünsel bir oluş halidir. Hazlar ise bu bütün içindeki küçük tatlar, çıkışlar, heyecanlar olabilir.

Victor Frankl’a göre mutlu olmak dışsal etkenlerden ziyade insanın kendi iradesine bağlıdır. Nörolog ve psikiyatrist olan Frankl ikinci dünya savaşı sırasında Auschwitz de dahil farklı toplama kamplarında esir olarak tutulmuştur. Kurtulduktan sonra yazdığı ‘İnsanın Anlam Arayışı’ adlı  kitabında yaşadıklarını ve psikolojik olarak onu neyin ayakta tuttuğunu anlatır. Varoluşsal terapinin önemli bir ismi olan Frankl zor koşullar altında dahi insan iradesinin önemini savunur. İrade varsa mutlu olma ihtimali de vardır. İnsanın hayatta bir anlam bulması bu iradeyi göstermesini kolaylaştırır. Nietzsche’nin dediği gibi; ‘Yaşamak için bir nedeni olan, neredeyse her şeye katlanabilir’.

Anlamlı bir yaşam arayışında insan kendini merkeze koyduğunda ister istemez bir süre sonra mutluluk arayışı haz arayışına dönebilir. İnsanın mutlu olabilmesi için kendinden büyük bir amaca ihtiyacı vardır. Bizler birey olsak da kendimizden daha büyük bir varlığın; yaşamın parçasıyız. Bu yaşamın bağlantısallığını beraberinde getirir. Bunu gören, hisseden kişi parçası olduğu yaşam bütününe etki etmek için büyük bir arzu duyar. İşte bizi mutluluğa götüren bu hevestir. Bu heves kişisel hazlara karşı duyulan motivasyondan çok daha güçlü, içsel ve bize özeldir. Mutluluğa giden yol insanın kişiliğini oluşturan değerleri sayesinde yön bulur. Bireyin kendinden büyük bir şeyin parçası olması ve bunu kendi değerleriyle anlamlandırması onu mutlu olma sürecine itecek olan şeydir. Bu süreç zorluklarla, sıkıntılarla sınanıp, kesintiye uğrasa da kişi yaşamının anlamını koruduğu sürece o oluş haline geri dönebilir.

Mutlu olmak için belirleyici olan bütüne yaptığımız etkinin niceliği veya niteliği değildir. Tarihe adını yazıdırcak bir bilim insanı, sanatçı, düşünür, iş insanı olmak ya da olmamak mutlu olmanın belirleyicisi olamaz. Böyle olsa belirli bir işi yapan veya faaliyette bulunan herkesin mutlu veya hepsinin mutsuz olduğunu söylemek mümkün olabilirdi. Önemli olan kişinin eylemlerini kendi değerleriyle nasıl anlamlandırdığıdır. İşinin bütüne yaptığı etkiyi kendi değerleriyle anlamlardırmış bir temizlik işçisi dünyaca ünlü bir müzisyenden daha mutlu olabilir. Wim Wenders’ın ‘Mükemmel Günler’ adlı filminde umumi tuvalet temizliği yapan Hirayama’nın minimal yaşamının hikayesini izleriz. İnternet, akıllı telefonlar, televizyon gibi birçok şeyin Hirayama’nın yaşamında yeri yoktur. Özenle yaptığı bir işi, hergün suladığı bitkileri, kitapları ve çevresinde az sayıda insan vardır. Filmde Hirayama’nın bu şekilde yaşamasının bir zorunluluktan değil seçimden doğduğunu da anlarız. Hirayama, sahip olduğu az şey ve önemsediği işiyle hayatını anlamlandırmış, mutluluğu bu şekilde arayan biridir. Filmde mutluluk ulaşılan bir sonuç değil, film boyunca izlediğimiz bir süreçtir. Karakterin sıradan bir günde yaptığı herşeyin onun için bir anlam taşıdığını görürüz. Bu Hirayama’nın kişiliğinin de hatlarını çizer, tamamen ona özel bir süreçtir.

Mutlu olma arayışı her insan için kendine has bir süreçtir. Her bir ‘Nasıl mutlu olurum?’ sorusu için  bir o kadar farklı cevap bulunur. Bize ait cevabı kitaplarda, filmlerde veya başkalarının deneyimlerinde bulamayız ancak buradan yola çıkarak doğru soruları sorabiliriz. Kişinin içgörüyle verdiği cevaplar kendine özeldir. Kendimden büyük bir amacım var mı? Yaşamın bütününe nasıl etki ediyorum? Yaptıklarım beraberinde neyi getiriyor? Bu benim arzuladığım bir şey mi? vs. Soruları kendi yaşantınızdan, başkalarının deneyimlerinden, yaşamın kendisinden çıkarabilirsiniz ancak cevaplar sadece sizden gelir. Bu cevapları cesaretle kucakladığınızda, yaşamla olan bağınız güçlenir. Hayat sıkıntılar, zorluklar ve acılarla doludur ve yaşamı anlamlı kılmak yönünde irade göstermek hiç de kolay değildir. Ama ne olursa olsun orada bir irade söz konusudur. Önemli olan ister onsekizinde ol ister sekseninde anlam arayışını sürdürmek için bir seçim yapabilmektir. Düşmek, kalkmak, incinmek, iyileşmek, ağlamak, gülmek… Bugün irademizi kullanmak.

© 2035 by Salt & Pepper. Powered and secured by Wix

bottom of page